27 Temmuz 2010 Salı

Suzana

O bir Isvicreli.
Temi ailesinin en eski uyelerinden.
Cocuklar ona bayilir kimse pesinden ayrilmaz, Suzana'nin fanlarindan kendine ayiracak bir dakikasi yoktur. Suzana oraya Suzana buraya. Herkes ona bir seyler anlatmaya calisir, o herkesi dinler, guler de guler, kimi zaman kahkahalara bogulur. Gurcuce bilir, hem de oyle kulaktan dolma falan degil; Berlin'deki bir Gurcu dil hocasindan rica etmistir, her gun universitedeki dersine girmistir. Gurcuceyi grameriyle adamakili ogrenmistir.



Bir "community" ye yardim etme fikri gecmistir aklindan savastan sonra, sorup sorusturmus, Temi'yi bulmustur. Bir gelmis, iki gelmis sonra Gurculerin ruhu kendininkine karismistir, cocuklarin gulusleri ruyasina girer olmustur.
Ama Suzana'nin icine Temi'ye yerlesip onlara ek masraf cikarmak sinmez, karar verir yilda bir kac ayini burada gecirecektir, diger zamanlardaysa calisip Temi'ye maddi anlamda yardim edecektir.
Ha bu arada soylemeyi unuttum, Suzana, Berlin'de yasayan bir tiyatro sanatcisi. Suzana'nin Temi'deki herkesin oldugu gibi benim de kalbimde kocaman bir yeri var simdi.

foto- Suzana, Seda, Marii

Gurcistan'da Ne Yenir?



Bu sorunun yaniti o kadar kolay ki... Hacapuri ve Hingali! Simdi teker teker aciklayayim bu gurcu yemeklerini... Hacapuri icine peynir konularak pisirilmis ekmek demek. (puri ilk ogrendigim kelimelerden biri oldu, ekmek anlaminda) Her yerde satiliyor, sokaklarda, restoranlarda... Sindirimi cok zor, ozellikle yaninda salata turu bir sey yoksa. Lafi gelmisken soyleyeyim gurculerin salata, meyve, sebze yemek gibi bir adetleri yok, varsa yoksa hamur isi... Sonuc olarak hacapuriye on uzerinden uc vererek Hingaliye gecelim.



Hingali, bizim mantinin on kati buyuklugunde, istege gore icine peynir, mantar da konulabilen bir hamurisi. Genelde tanesi 50 lariye satiliyor, bu da turk parasiyla asagi yukari 50 kurusa denk geliyor. 4-5 tanesi doymaya yetiyor da artiyor. Eger iyi bir restoranda yapilmissa tadina doyulmuyor, yaninda bir de salata verseler tam olacak ama adetleri degil iste ne yapalim. Isin garibi bu kadar hamur isine ragmen gurcu halki formunu iyi koruyor.



Temi, kendi ekmegini bahcede kurduklari mini firinda pisiriyor. Zihinsel engellilerden biri olan Eleni'ye ekmek yapmasini ogretmisler, firindan o sorumlu tutuluyor. Temi disinda bir meslek sahibi olmasi pek muhtemel olmayan Eleni'ye Temi calisma ve barinma imkani sagliyor. Ona kapasitesi dahilinde bir sorumluluk vermesi de firinla ilgilenmesi icin bir baska isciye para odemekten kurtariyor Temi'yi.

Ilk geldigim gun ben tek kelime gurcuce, Eleni tek kelime turkce bilmezken Eleni bir anda bombayi patlativerdi : "Oynama sikidim sikidim!" Ben saskinligimi gizleyemezken "Tarkan, Tarkan" diye ciglik atip Tarkan'in meshur dansini yapmaz mi?! O gun bugundur birbirimize "sikidim" diye selam veriyoruz. Eleni'nin bana "sikidim" diye seslendigini duyan Temi ahalisi de artik adimi unutup beni "sikidim" diye cagirmaya basladi, umarim yakinda adimi gercekten unutmazlar!

foto 1- Firinda Eleni'ye yardim ederken
foto 2- Hacapuriler
foto 3- Yuzumu eksittigime bakmayin hingaliler cok lezzetli
foto 4- Yogur yogur bitmiyor

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Gremi Satosunu Fethederken




Azicik da Gremi’nin bulundugu Kakheti bolgesinden bahsedeyim… Burasi Gurcistan’in kuzey dogusunda bulunuyor ve sonu gelmez uzum baglariyla Gurcistan’in en lezzetli saraplarinin uretildigi bolgesi unvanini tasiyor. Telavi ise Kakheti’nin en buyuk sehri, zamaninda (1466-1672) Gremi, Kakheti’nin baskentiymis, her ne kadar o zamana ait sadece bir kilise ve bitisiginde saray-kale kalmis olsa da… Sarayin icinde krala ait tek tuk kisisel esya da sergileniyor.

Saraya giriste once 5 lariden basliyorlar pazarliga, bir lariye kadar iniyorlar cok diretirseniz. Ama sunu soyleyebilirim ki Turkiye’den geldigimi soyledigim hemen herkes, kilise gorevlisi, taksi soforu, pazardaki satici, istisnasiz herkes buyuk bir sempatiyle karsiliyor beni. Bir Ingiliz ya da Amerikali’dan cok daha fazla havam oluyor:) O nedenle Ukraynali ve Singapurlu iki gonulluyle ziyaret ettigimiz kilisede yine –Turklugumu(!)- konusturdum ve dakikasinda bir lariye indirttim ucreti!


foto 1- Gremi Satosunun Onunde Ukraynadan Tatiana, Singapurdan Vuye
foto 2- Dunya bizim!
foto 3- Satonun Tepesinde

Oyuncak mi Gercek mi?







Datuna'nin onume koydugu seyi oncelikle oyuncak sandim, ne oynuyor ne de en ufak bir yasam belirtisi gosteriyordu. Sonra birden kipirdadi, bir ciglik ativerdim. Biraz daha gecince sevdik birbirimizi ama. Her ne kadar o beni gunduz vakti olmasi nedeniyle gormese de :)

foto 1- Baykusu incelerken
foto 2- Merhabaaa!
foto 3- Datuna ve evcillestirmeye calistigi yaratigi

Meyve Toplama Macerasi










Gecen gun Nato’nun emretmesiyle hep beraber meyve toplamaya gittik, evet cok basit bir aktivite gibi gorunebilir ama gidilecek yerin tam olarak bilinmemesi, Gurcistan’daki yollarin bozuklugu, birden yagmaya baslayan yagmur, 20 kisi icine sigmaya calistigimiz kulustur dolmus gunu tam bir maceraya cevirdi. Oncelikle yolumuzu kaybettik ve olmayan yollarda bir ileri bir geri gitmeye basladik, isin komigi Nato’ya her zordugumda, birazdan varacagiz merak etme diyerek beni gecistirmesi idi. Tahmin edilebilecegi uzere onun da gidilecek yer hakkinda en ufak bir fikri yoktu.

Sonra kopekler tarafindan kovalanmaya basladik, camlar acik oldugundan dolmusun icine atlamaya kalktilar, hemencecik kapatmasak pencereden atlayacaklardi iceri! Her daim pencereden iceri bizim istegimiz disinda giren bogurtlen agaclarinin dikenli dallari da tuzu biberi oldu yolculugun. Ah bu sirada gurcu muzigi esliginde -evet o sartlarda- dans etmeye calisan gurculerin mutemadiyen uzerimize dusmesi de var tabi... Sonra birden durduk ve her ne kadar en basta varmak istedigimiz yeri bulamamis olsak da bir meyve cennetinin icine dustuk... Onlarca erik agacinin icinde kendimizden gectik, tum Temi ailesi icin kovalarca meyve topladik.


Gurcistan'da boyle oluyor, hicbir sey kesin degil, hersey "olur yapariz mutlaka hallederiz" mantiginda ilerliyor. Tam umudunuzu kesip isin hallolmayacagini dusundugunuzde bir mucize gerceklesiyor ve hop hersey en basta hayal ettiginizden de guzel bir bicimde cozuluveriyor...

foto 1- topladigimiz meyvelerin sadece bir kismi
foto 2- agactan meyve toplamayi ogrenen seda -yapraklarin adini ogreniyorum ;)-
foto 3- yol sordugumuz koyluler
foto 4- gremi'nin yollari
foto 5- vahsi kopekler!
foto 6- koyun moyun
foto 7- ben ve Tatiana dolmusta ust uste

15 Temmuz 2010 Perşembe

Pazar Alisverisi ve Mateo'nun Dogum Gunu







Bugun Nato, ben, ingiliz gonulluler Miriam ve kardesi Ed haftalik alisverise ciktik; bir minibus dolusu yiyecek aldik neredeyse, eh doyurulacak onlarca bogaz var...

Pazardaki meyve ve sebzeler Turkiye'dekilerle cok benzesiyor, ek olarak onlarca mum satiliyor, kilisede yakilan cinsinden. Ilgimi ceken bir baska seyse gurcu usulu baliklari taze tutma yontemi: baliklari koyduklari kucuk havuzun icine suyun devir daimini saglayan bir aparat yerlestirmisler, boylece baliklar surekli olumle yasam arasindaki o ince cizgide kaliyorlar. Belki taze kalmayi basariyorlardir ama ben kendi adima hallerine uzuldum.





Haftalik alisverisimizi tamamladiktan sonra aksamki dogum gunu partisi icin hazirliklara basladik; hani herseye yetenege olan sansli insanlar vardir ya, hah iste onlardan biri de Nato. Tum Temi'ye yetecek buyuklukte bir pasta hazirlayacagini soylediginde gozlerimi saskinliktan kocaman acip Nato'ya bakmistim ama Nato bir blendiri benim digerini Miriam'in eline verdi ve planini hemencecik uygulamaya gecirdi. Pasta yapmak soyle dursun, ustune bir de Mateo'nun istedigi gibi bir traktor yapip yerlestirdi.

Aksam yemeginden sonra pastayi cikardigimizda Mateo mutluluktan deliye dondu, hele bir de Nato gofretten traktoru onune koydugunda bir sevinisi var ki, gulumseyisini daha da buyutmek icin parmaklarini agzinin kenarina koyup disa dogru cekiyor, oraya buraya hoplayiveriyor...

Gecenin bombasiysa zihinsel engelli cocuklarin mutfagin ortasinda sergiledikleri kafkas dansi gosterisiydi. Kendilerinden hic ama hic beklemedigim bir performansla cerkes dugunlerini aratmayacak kadar degisik figurler sergileyerek herkesi costurdular.

Mateo ve onun yasindaki Nikusa'nin sarki soyleyisini de atlamamam lazim. Daha yurumeyi bile beceremeyen veletler yogun istege dayanamadilar kapattilar gozlerini dakikalarca sakidilar, sus demesek duracaklari yoktu!

Annesi babasi tarafindan reddedilmis, dunya tatlisi Mateo'ya aile rolunu ustlenen ve ona eksiksiz bir dogum gunu yasatan Temi ailesi her turlu takdiri hak ediyor kanimca.

foto 1- Nato ve sakalari
foto 2- iste pasta takimi!
foto 3- calis babam calis
foto 4- Himm cok lezzetli !
foto 5- Mateo mutlulugun sinirlarinda
foto 6- Mateo pastanin hazirlanisini sabirsizlikla seyrederken
foto 7- Taze taze balik

Temi'de Hayat






Iste Temi'deyim!

Telavi'de Gremi (Temi'nin bulundugu koy) dolmusunun icinde her an hareket edebilir dusuncesiyle sicaktan pismis bir sekilde 2 saat bekledikten sonra nihayet matsutka (dolmus) hareket ediyor ve ben de Temi'ye variyorum...

Temi'nin bahcesinde volta atan birkac engelli cocuk karsiliyor beni, ingilizce “Ben geldim, gonullu olarak” diye benimle ilgilenebilecek biri ariyorum ama kimseden bir cevap alamiyorum. Konusmaya calistigim kisilerin ingilizce konusmak soyle dursun gurcuce iki kelime bile edemediklerini ilerleyen gunlerde anlayacagim...

Bahcenin ote tarafinda sonradan adinin Nato oldugunu ogrendigim bir kadin ipek bocegi kozalarini temizliyor. Yaninda tekerlekli sandalyede bir cocuk, elinde eski bir radyo, muzik dinleyip yaninda calisan kadini seyrediyor. Sapsari sacli, masmavi gozlu bakmaya doyamayacaginiz iki bebek kozalari birbirine atmak suretiyle keyifleri son derece yerinde oyun oynuyorlar.

Nato “Hosgeldin!” diyor, inanilmaz dogal bir sekilde karsiliyor beni, isini bitirene kadar -sonradan onun isinin hic bitmeyecegini fark edecegim- yaninda bekleyip onu izliyorum. Sonra bana Temi'yi gezdiriyor, her odasini, oyun alanlarini, mutfagi, bahceyi bir bir gosteriyor bana. Beni goren engelli cocuklar hemen pesime dusuyorlar; gelip openler, koluma yapisip benimle gelmek isteyenler, inatla gurcuce sorular sorup yanit bekleyenler...

Temi'nin kurucusu Niko burayi satin almadan once Temi'nin ana binasi hastane olarak kullaniliyormus. 2 ay kadar once de Amerikan ordusu tarafindan 2. bir bina yapilmis. Iyi ki de yapilmis! Onceden bir binada dipdide yasayan Temililer engellilerin yeni binaya alinmasiyla simdi cok daha rahat sartlarda konaklama sansina sahipler.

Benim odam da yeni binada, Mari adindaki seker mi seker gurcu bir kizla paylasiyorum odami. Odada sicak sudan tutun da bilgisayara kara her sey var. Olmayan tek sey internet (Eh o da olmayi versin!)

Temi, kurucusu Niko'nun Tiflis'teki evini satip Gremi koyundeki eski bir hastaneyi ve cevresindeki arsayi satin almasiyla 1991'de kurulur. Ilk aylar Niko Temi'de yalnizdir, sonra ihtiyaci olanlari teker teker topluluga katar. Niko, altmis yaslarinda, ilk goruste bir aydin oldugunu anlayacaginiz, goreni hayran birakan bir insan.19 yil once, hali vakti oldukca yerinde Tiflis'te konforlu bir hayat surerken toplu halde yasayabilecekleri, yetim ve engellilere barinak olacak bir ev kurma fikri gelmis aklina. Buu hayalini gerceklestirmis de. Ona, su an tum Temi cocuklarinin mutluluklarini -evet, buradaki herkes hayatindan son derece memnun- ona borclu olduklarini soyledigimde “Benim bu “community” kurma fikrim hic de marjinal degil, bu herkesin normalde yapmasi gereken sey, insan dedigin birbirine yardim ettikce vardir” diyecek kadar da alcak gonullu. Yaptiginin olaganustu bir sey oldugunu asla kabul etmiyor, her ne kadar hayatinin 19 yilini Temi'yi kurmaya ve gelistirmeye adamis olsa da. Hic evlenmemis oldugunu ve cocugunun olmadigini da eklemem gerek tabi ki.

Temi ailesi parasal anlamda cok zorluklar cekmis zamaninda ama su andaki durumlari pek de fena sayilmaz benim gozlemledigim kadariyla. Ingiltere ve Almanya'daki yardim kuruluslariyla baglantilari var. Misal Almanya'da on dokuz yasina gelmis gencler askerlik ya da 1 yil gonullu hizmet yapmak arasinda secim yapiyorlar, Temi'ye gelmek icinse belli bir miktarda bagis toplamalari gerekli, kural bu. Topladiklari meblayi Almanya'daki organizasyona veriyorlar ve o da Temi'ye gonderiyor. Ayni sekilde Temi'nin Oxford ve Cambridge universiteleri ile anlasmasi var, oradaki gencler buraya gelebilmek icin belli bir bagis toplamak zorundalar (konser duzenleyerek, festivallerde kek/borek satarak). Tum bunlarin haricinde Avrupa'daki bazi yardim orgutlerinden de yardim aldiklari oluyor.

Su an Temi'de 60'a yakin kisi yasiyor, 3 hemsire, 2 hasta bakici, 3 ahci, Niko (Temi'nin kurucusu ve baskani), Nato (her birseyin sorumlusu), Mari (daimi gonullu gurcu kiz), Suzana (on yildir burada kalan bir Isvicreli), her daim degisen gonulluler, tabi ki yetimler, gidecek baska evi olmayanlar, engelliler ve bir de 90 yaslarinda bir kadin. Su an Temi'de ben, bir yildir burada yasayan 3 alman, ve abla kardes 2 ingiliz var. Ha bir de koyden ziyarete gelenler oluyor Temi'yi. Kimseye gelemezsin denmiyor, Temi'nin kapisi gelen herkese acik...

Cocuklara gelince... 40 kadar engelli + cocuk var Temi'de, sanssizim ki ben gelmeden bir ay kadar once on on bes kadar kisi Temi'den ayrilmis. Neden ayrildiklarini tam olarak bilmiyorum, alman gonullulerden biri cocuk egitimi konusunda ailenin geri kalaniyla fikirlerinin uyusmadigini bu yuzden Temi'yi terk ettiklerini soyledi. Bana oyle geliyor ki bambaska sebepler var ardinda, neyse ilerleyen gunlerde mutlaka aciga cikar.

Temi cocuklarini yavas yavas tanimaya basliyorum. Ben Gurcuce bilmedigimden cocuklarin ingilizceleriyse uc dort kelimeyi gecmediginden genelde onlar hakkinda bilgiyi Nato ya da Mari'den aliyorum. Hemen hepsinin basindan akil almaz olaylar gecmis. Annesi tarafindan sakat kalsin da dilensin diye pencereden atilan da var, babasi gozlerinin onunde oldurup akraba tecavuzune ugrayan da. Kimisi istenmeyen bir beraberlik sonucunda dunyaya geldigi icin annesi babasi tarafindan red edilmis. Kimiyse on dort on bes yasinda hamile kalip cocuguna bakamayinca cozumu Temi'ye siginmakta bulmus. Bu saydiklarimin cogu travma yasamis cocuklar, bunlarin haricinde bir de zihinsel engelli ve sizofreni gibi cesitli psikolojik hastaliklardan nasibini almis olanlar var. Cogunun konusma kabiliyeti yok ve ozbakim becerileri gelismemis, buradaki bakicilarin yardimi olmasa hayatlarini devam ettirecek durumda degiller... Niko'nun soyledigine gor Temi bu cocuklara sahip cikmasa devletin onlara ayiracak kaynagi olmadigindan sokaklarda olur giderlermis.

Simdilik Temi ailesini daha yakindan tanimaya calisarak geciyor gunlerim. Temi'nin isleyisini, insanlarin birbiriyle iliskilerini, cocuklari, engellileri elimden geldigince gozlemliyorum. Ilk izlenimim cok olumlu, bakalim gelecek gunler neler gosterecek...

foto 1- Bit ayiklama seansi
foto 2- Temi'nin birtaneleri
foto 3- Pettri
foto 4- Cok eglenceli(!) yun temizleme seansi
foto 5- Bir Temi cocgu daha

6 Temmuz 2010 Salı

Cokmenin Esigindeki Tiflis





Tiflis... 2 sene onceki ziyaretimden beri pek de degismise benzemiyor, kaldirimlar hala bozuk, kopruler yarim, binalar coktu cokecek... Yine de haksizlik etmeyeyim bir kac otel insa halindeydi onlar nasil olduysa ortaya cikmayi basarabilmisler.

Tiflis yikiliyor, iki binadan biri mutlaka kirik dokuk; bir kismiysa tamamen cokmus ve kullanilmayacak halde. Harap olmuş bina cepheleri, yeraltı sularının sızmasıyla nazikleşen zemindeki yarıklara gömülmüş bina temelleri, yapı diplerine kadar girmiş viran kaldırımlar,artık gücü kalmamış, çökmeye hazır yapılar... Tüm bunları toplayınca ortaya nihai bir çürümenin eşiğinde, oynak, dokunsan yıkılacak külüstür bir manzaraya çıkıyor. Ama yine de seviyorum ben Tiflis'in sokaklarini arsinlamayi.


Tiflis’i boydan boya geçmek, birkaç saat içinde sadece bütün Kafkasya’yı değil, bunun da ötesinde Orta Doğu ya da Rusya’yı da geçmek demek. Tarihte çok az şehir bu denli farklı uygarlıklar tarafından saldırılara uğramış, işgal edilmiştir. Yunanlılar, Romalılar, Persler,Bizanslılar, Araplar, Selçuklular, Moğollar,Osmanlılar, Ruslar ve daha birçokları herseferinde bölgeyi kendine göre şekillendirerek buradan geçmişler ve bu durum, Tiflis’i farklı kültürlerin mozaiği haline getirmiş.

Farklı dinlerin varlığı şehrin ayırt edici niteliklerinden. Öyle ki, Tiflis,dünyada bir cami ve sinagogun yan yana inşa edilmiş olduğu üç şehirden biri. Bu aslında uzun zamandan beri süregelen bir hoşgörü geleneği; her ne kadar Gürcüler Ortodoks olsalar da. Soz gelmisken soyleyeyim, bir kilisenin onunden gecerken uc kere istavroz cikarmak Gurcu rituellerinden, ha bir de yeri openler var ama bu daha nadir.Yine de bu istavroz cikarma olayi dine bagliliklarini kanitlamaya yetiyor.


Bu sehrin her daim metro istasyonu kokan sokaklarini seviyorum. Opera ve meclis binasinin, devlet tiyatrosunun, ozel tiyatrolarin, onlarca luks magazanin ve restoranin birbiri ardina sirali oldugu altın kaplamalı aziz George heykeliyle sona eren Rustaveli caddesini seviyorum. Gurcu alfabesinin kivrakligini, bir arkadasimin deyimiyle Gurcu haflerini animsatan yuvarlak hatli Gurcu kadinlarini seyretmeyi seviyorum. Onlar ki bir tanesinin uzerinde pantalon gormek mumkun degildir, cocugu da yaslisi da giyimine kusamina son derece dikkat eder, kirmiziyla pembeden asagisi kurtarmaz, Gurcistan'a ilk defa gelenin once bir gozleri kamasir bir kere alisinca da artik gozu daha da renklisini, en parlagini arar.

Sokaktakilerin yardimseverligini, isini gucunu birakip benimle gidecegim adrese kadar gelen, cebinden telefonunu cikarip kullanmam icin tereddutsuz bana veren, Gurcuce iki kelime soyledigimde kocaman bir gulumsemeyle karsilik veren bu insanlari seviyorum.

Tiflis, Sovyet doneminin yara izlerini tasiyor, onlari saklamaya calismiyor, bu benim iste, begenmeyen ceksin gitsin der gibi basi dik, kendinden emin. Bu onu daha da cekici kiliyor, hem zaten insanlarin guzelligi sizi oylesine alip goturuyor ki sehrin kirik dokuklugu ikinci planda kaliyor.

Tiflis uzerine daha sayfalarca yazabilirim ama bu seferlik kisa tutuyorum,

Tiflis'ten sonra Telavi, sonrasinda da Telavi'nin Gremi koyu, insallah hersey yolunda gider...

Sarp Sinir Kapisindan Tiflis'e

Hopa'dan Gurcistan sinirina dogru ilerledigimizde acik soylemek gerekirse cok da heyecanli degildim. Asagi yukari neyle karsilasacagimi kestirebiliyordum. Bu Gurcistan'a ikinci gelisim, ilk seferinde Ardahan tarafindaki Posof gumrugunden giris yapmistim ulkeye, yol kenarindaki meyve agaclariyla, sagi solu isgal edercesine sarmis yabanil calilarla, harap ciftlik evlerinin kapilarina dolanmis asmalarla karsilamisti Gurcistan beni.Tombul köylüler çalı çırpıları sırtlarında taşıyor; önlerinde zıplayan çocuklar ise büyük bir enerjiyle kamçıladıkları inekleri sürüklüyorlardi köye doğru. Yıkık dökük pas ve çimento yığınları da tepelerin arasından geçen tren yolu boyunca serpilmiş, Sovyet döneminin yara izleri misali, adeta benimle beraber yol alıyorlardi...

Boyle bir manzara ile karsilasmayi bekliyordum Sarp kapisindan girisimde, nitekim yol boyunca mustakil yazlik evler serilmisti, insanlarin hali vakti de bayagi yerinde gorunuyordu. Herkes colugunu cocugunu kapmis piti piti plaja iniyordu. Sovyet doneminden kalma kirik dokuk binalari da es gecmemek lazim tabi ama Posof tarafindaki manzarayla karsilastirilamaz bile.

Yol ilerledikce Gurcistan tum dogal guzelligini onume sermekte gecikmedi, sagli sollu her tarafi Karadeniz ormanlari kaplamisti. Orman ki ne orman! Her taraf bir "jungle" misali yemyesil... Bir de oyle daglik bir cografya ki... Normalde bir saat surecek mesafe rampa cikmaktan ikiye katlaniyor -ha bi de yollar cok berbat tabi-. Neyse ki manzara guzel, insan bu yolculuk hic bitmesin diye geciriyor icinden.

Irmaklar akiyor yolun kenarindan, minik tahta kopruler insa edilmis uzerlerine, mayosunu kapan irmak kenarina geliyor. Hava tertemiz, kimi zaman rahatsiz etmeyecek derecede yagmur cilestiriyor. O da ne bambu agaclari sariyor etrafimi, yol boyunca bambudan uretilmis merdivenle satiliyor, her renk hamaklar, yaz meyveleri... Sonra birden palmiyeler bitiveriyor. Bu da nereden cikti simdi Turkiye'nin Karadeniz kesiminde palmiye var da ben mi gormedim? Yoksa Gurcu kiyilarinin denizin dogusunda kalmasinin bir sonucu mu bu?

Zaten yolculuk her daim yola cikan ineklerin karsidan karsiya gecmesini beklemekten surekli kesintiye ugruyor, bir de Tiflis'e 300 km kala bir surprizle karsilasmayayim mi?! Hillary Clinton ulkeyi ziyaret edeceginden Tiflis'in yollari otobus ve kamyonlara kapatiliyor (sebebini anlayan beri gelsin). Ayni sey Afrika'da basima gelse gikimi cikarmazdim ama Gurcistan'dan beklenecek sey mi bu? Arabalar 4, 5 saat bekleyerek perisan oluyorlar, herkesin isi aksiyor haliyle... Ama benim acelem yok, uslu uslu yolun acilmasini ve Tiflis'e kavusmayi bekliyorum.

Yeni Bir Yolculuk Basliyor...

Afrika'ya (Uganda'ya) yaptigim seyahatin uzerinden tami tamina bir yil kadar zaman gecti. Gonullu calismam sirasinda oldugu kadar Turkiye'ye donusumden sonra da onlarca mail almaya devam ettim. Bu maillerin buyuk bir kismi tebrik amacliydi. Bir kismi daha once Uganda'ya giden ve ayni yerlerde bulunup benzer anilara sahip olmanin sevincini paylasmak isteyenlerin gonderdigi maillerdi. Velakin benim icin en onemli olan Afrika (ya da dunyanin herhangi bir yerinde) gonullu olarak calismak isteyenlerin bu konuda bilgi ve oneri almak icin attiklari maillerdi. Gonullulugun (hem de baska bir ulkede!) hic mi hic yaygin olmadigi ulkemizde birkac kisiyi bile heveslendirmis, azicik yol gosterebilmissem ne mutlu bana!

Evet gelelim benim neler yaptigima... Bu sefer Gurcu topraklarindayim, cok uzaklara gitmedim bu sefer hemen suracakta komsudayim:) Burayi secmemde hem Turkiye'ye yakinligi hem de calisacagim yerin hemen Kafkas daglarinin eteklerinde muhtesem bir cografyaya sahip olmasi etkili oldu. Gurcistan'da bu tarz gonulluluk projeleri hic mi hic yaygin degil (Gurculer bile gidecegim yeri anlattigimda inanamiyorlar!). Gurcu arkadasim Data sagolsun beni Temi Community'den haberdar etti ve daha onceden burada calismis Kanadali bir arkadasiyla irtibata gecirdi. Kanadali kizla konustugumda Temi'de gecirdigi zamanin belki de en buyuk hayat deneyimi oldugunu soyleyince Temi hakkinda hic bir suphem kalmadi. Ah, bir tane var aslina bakarsaniz: cocuklarla nasil iletisim kuracagim hakkinda hic bir fikrim yok. Oyle ya, Uganda'daki cocuklar -on yasindan buyukler diyelim- Ingilizce'yi catpat konusup/anliyorlardi. Eh ulkenin resmi dili ne de olsa... Gurcistan'daki cocuklarin Ingilizceleriyse gonullulerin ogrettiginden daha ileriye gitmeyecek muhtemelen... Hem sorumlularin soyledigi kadariyla engelli/ozel egitime ihtiyaci olan cocuklar yogunluktaymis merkezde, ona gore de dersi sekillendirmem gerekecek elbette.

Gitmeden once yine soru isaretleriyle doluyum, kesin olan tek sey 2 gun sonra oraya gidecek olmam. Bu boyle, her ne kadar sorumlululari soru yagmuruna tutsaniz da sizin orada ne ise yarayacaginizi kestiremiyorlar. Evet, gonulluye ihtiyaclari var ama sizin yeteneklerinizi tam bilmediklerinden kesin bir sey soyleyemiyorlar. Kisi oradaki boslugu kendi buluyor ve ozenle doldurmaya calisiyor.

Temi yetkililerine attigim ilk maile cevaben haftalik orada kalma bedelinin -elbette calisarak!- 150 dolar oldugunu soylediler! Ben hem calisip hem odeme yapmayi anlamsiz buldugumdan hem de -4 hafta kalacagimi dusunursek- bu meblayi karsilamam mumkun olmadigindan odeme yapamayacagimi belirttim. Bir kac gun gecmedi hemen bir cevap daha geldi: "Tamam sorun degil, Turkiye'den ilk defa ses cikti, seninle tanismayi cok isteriz!" Oyle Kanada'dan, Amerika'dan geliyor olsaydim Temi yollari kapanacakti bana demek ki...

Temi'nin bulundugu Gremi koyundeki internet olanaklari nasildir bilemiyorum ama blogumu olabildigince aktif tutmaya calisacagim.

Sevgiyle kalin,

Seda